::..İgRa..::
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
::..İgRa..::

Oku.! Yaradan Rabbinin Adıyla Oku...!
 
AnasayfaAnasayfa  igra Blogigra Blog  PortalliPortalli  Latest imagesLatest images  AramaArama  Kayıt OlKayıt Ol  Giriş yapGiriş yap  

 

 RAHMET DAĞININ RAHMETİ

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
Misafir
Misafir




RAHMET DAĞININ RAHMETİ Empty
MesajKonu: RAHMET DAĞININ RAHMETİ   RAHMET DAĞININ RAHMETİ Icon_minitimeC.tesi Mayıs 24, 2008 10:34 pm

İhsan Süreyya Sırma

22 Mayıs 2008
Rahmet Dağı’nın rahmeti


Dağların sırrını arayan tarihçinin yolu bu defa Mekke’ye düşmüştü.

Hac mevsimi olmadığı için, oldukça sâkin görünüyordu Mekke, “Kentlerin annesi, vahyin beşiği Mekke”...

Mekke’ye giden her Müslüman gibi, önce Umre yapan tarihçimiz, ertesi gün sabah serinliğinde, içinde defteri, kalemi, suyu ekmeği bulunan torbasını omuzuna attı; ve Arafat’ın yolunu tuttu. Arada bir duruyor, torbasındaki pet şişeden Zemzem suyunu yudumluyordu. Ve nihâyet Arafat’ta, “Cebelu’r-Rahme”ye vardı. Biraz dinlendikten sonra tekrar Zemzem’den yudumladı; ve bir kayanın gölgesinde oturarak aşağıdaki satırları karaladı:

Rahmet Dağı’nın rahmeti

Günler değil, aylar değil, senelerdir koşuyordu. Tırmanmaya alışık olmadığı dağlardan yuvarlanıyor, kayalara çarpa çarpa kupkuru vadilere sürükleniyordu. Geldiği ülkede muhtemelen dağ-taş olmadığından, içine düştüğü bu kupkuru arazide elleri ayakları kan içinde kalıyor, çaresizlikten ağlıyordu. Ne gölgesine sığınacak bir ağaç, ne de suyundan içilecek bir çeşme vardı etrafta... Kayalar... Elleri, ayakları parçalayan kayalar... Kendisini kabul etmeyen, âdetâ tersleyen kayalar...

Kendini içinde bulduğu ülke, o kadar yabancıydı ki, tanıdığı hiçbir şey yoktu ortalıkta. Kokusu, havası tamamen farklıydı bu ülkenin... Ondan yaratıldığı toprak dahi, sanki farklı bir toprak gibi geliyordu kendisine... “Bir kurtuluş, bir sığınak bulurum” kaygısıyla dağdan dağa koşuyor, beynini kaynatan güneşten yine kurtulamıyordu. Dağların mağaraları bile barındırmıyordu onu... Kovulduğu “Sıla”sını, öyle özlüyor, öyle arıyordu ki, üzüntüsünden, yine toprak olmak, yine aslına dönmek istiyordu...

Kendisiyle birlikte Özlenen Ülke’den kovulmuş olan hanımı da kayıplarda, kim bilir ne perişanlıklar içerisindeydi. Ama acıları, Özlenen Ülke’den kovuluşundan dolayı vücudunu sarmış olan hasret, benliğini öylesine sarmıştı ki, hanımını hatırlamıyordu bile...

Hanımı ise bir tuzlu deniz kenarına düşmüş, susuzluktan kavrulunca, “biraz tatlı su bulurum” ümidiyle, sırtını denize çevirmiş, karaya doğru âdetâ kaçarcasına koşmuştu. Ümitle kendisine doğru koştuğu kara, ve karanın çocukları olan dağların, çöllerin, kupkuru vadilerin, susuzluktan kavrulduğunu nasıl bilebilirdi ki?... Geldiği ülkeyle bu yeni coğrafya birbirinden o kadar farklıydılar ki, mukayese edebilmek için bir tek canlı ya da cansız yoktu. Her şey yabancı, her şey korkunçtu onun için... Fakat en korkuncu, geldiği ülkede hiç olmayan bu yalçın dağlar; elleri, ayakları parçalayan sivri kayalardı. En sivri dikiş iğnesinden daha sivri olan deve dikenleri bile ona korkunç gelmiyordu kayalar kadar, dağlar kadar... Özlenen Ülke’de kara kara dağlar, insan vücudunu paralayan kayalar yoktu ki... Korkusundan bağırıyor, dağlarda yankılanan sesinden başka hiçbir ses duymuyordu. Hele güneşin batmasını, ortalığın kararmasını hiç istemiyordu. Çünkü akşam girince, tabiat bir başka korkunç oluyordu... Onun için akşam karanlığı çökünce, rüzgârdan korunan bir arı gibi bir yerlere sığınıyor, korkusundan sabahlara kadar titreyip duruyordu... Sabah olur olmaz da, yine koşuyor, kendisini kurtarır ümidiyle, kocasını arıyordu canhıraş feryâdıyla... Böylece günler, aylar, seneler geçti.

Ve nihâyet bir gün, her ikisi birden farklı birer ses duydular. Birisi hanımının sesini, öbürü de kocasının sesiydi. Her ikisi de seslerin geldiği tarafa koştular, ve birden durdular. Perişan hâlde olan koca ile, aynı şekilde üstü başı kan, ter içinde olan hanımı... Artık bağırmıyor, birbirlerini tanımaya çalışıyorlardı... Çünkü görüşmeyeli seneler olmuş; ve daha önce birbirlerini bu vaziyette hiç görmemişlerdi...

Evet... Karşı karşıya bakışan bu karı-koca, işledikleri suçtan dolayı Cennet’ten, yâni Özlenen Ülke’den kovulan Adem ile hanımı Havva idiler.

İnsanlığın ceddi olan bu karı-koca, birbirlerini tanıyınca, başlarına gelenden dolayı tekrar ağlamaya başladılar.

O tarifi mümkün olmayan güzelliklere sahip Cennet’ten sonra, Dünya gezegeninin en çorak bölgesi olan Mekke Dağları’na atılmak, elbette ağlanılacak, kahrolunacak bir olaydı...

Yaratıcıları, yâni Allah, Cenneti, içindeki bütün nimetleriyle birlikte onların emrine vermiş, onların güzel bir hayat sürmelerini istemiş, onlara şöyle seslenmişti:

“ Ve, “Ey Âdem, sen ve eşin Cennete yerleşin, ve istediğiniz zaman, ondan (cennetin yiyeceklerinden) ikiniz de bol bol yiyin” dedik”[1]. Artık Adem orada ne acıkacak, ne de çıplak kalacaktı; ne susayacak, ne de sıcaktan bunalacaktı[2].

Allahu Te'âlâ bu şekilde Cenneti onların emrine veriyor amma; bu lutfa lâyık olup olmadıklarını imtihân etmek üzere, onlar için bir çekince koyuyor, ve Cennet’teki milyarlarca meyve ağacından sadece birisini yasaklayıp şöyle emrediyordu:

“(Ancak) şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa ikiniz de zulmedenlerden olursunuz”[3].

Allah, Adem’e secde etmemiş olan Şeytan’ı dinlememeleri konusunda da onları uyararak şöyle demişti:

“Biz de: “Ey Adem, demiştik, hiç şüphesiz ki bu(Şeytan), senin de, eşinin de düşmanıdır. Bundan dolayı sakın sizi cennetten çıkarmasın o. Sonra zahmete düşersiniz”[4].

Fakat onlar, Allah’ın uyarılarını unutmuş, Şeytan’ı dinlemişlerdi. Oysa ki Allah, hem Cennet’teki bütün melekleri Adem’e secde ettirmiş[5], hem de ona eşyânın sırrı olan “Esmâ”yı da öğretmiştir ki, onun öğrendiklerini melekler bile bilmiyordu[6]. Bütün bunların yanında Allah(c.c), onlara, acıkmamayı, susamamayı, güneş altında rahatsız olmamayı vadetmişti[7].

Allah(c.c) dileseydi, onlara o ağacın meyvesini de helâl kılardı. Fakat Yüce Yaratıcı, bir meyveyle dahi olsa, kullarını imtihan ediyor. “Acaba kendilerine helâl kıldığım binlerce nimete rağmen, kulum Benim rızamı unutur da, yasakladığım tek ağaçtan yer mi?.. İnsan, neden binlerce nimete kanaat etmiyor da, Benim yasakladığım meyveye yaklaşıyor?” diyor Allah... Şayet Allah, istisnâ ettiği bu ağacı da yasaklamasaydı, belki Adem ve Havva, o ağaca -diğerlerinden sıra bulup- hiç yanaşmayacaklardı bile... İşte, meselenin düğüm noktası budur: Allah’ın emrine rağmen, haramdan yemek!..

Fakat Şeytan, Adem ve hanımının ayaklarını kaydırdı; onları Allah’a isyân ettirerek, Cennet nimetlerinden mahrum kalmalarına sebebiyet verdi[8]. Ve onlar, Şeytan’ın salık vermesi üzerine, yasak ağaçtan yiyince, Allah onları Cennetten kovup[9] cezalandırdı; ve yeryüzünün en kurak bölgesi olan Mekke dağlarına attı.

. . .

Adam ve Havva buluşmuş, fakat konuşamıyorlardı. Neredeyse, olanlar için birbirlerini suçlayacaklardı...

Güneş, her ikisinin beyin hücrelerini kaynatıyor, çıldıracak hâle geliyorlardı. Her ikisi de suçluluk psikolojisi içerisinde kavrulup gidiyorlardı. Ağlıyorlar, dövünüyorlardı...

Allah’a karşı işledikleri suçtan dolayı benliklerini sarmış olan utançlarından O’na seslenmeye cesaret edemiyor, kendilerinde böyle bir hakkı bulamıyorlardı. Ama onların, O’ndan başka kimseleri yoktu ki!..

Hem Allah’a yalvarıyor, hem de ağlıyorlardı utançlarından...

Bağışlanmak ümidiyle Adem, yine çekinerek, ve utanarak Yaratıcı’ya seslendi:

- Yâ Rabbi! Ben Senin indindeydim, ve Senin komşundum. Sen’den başka sahibim de yoktu. Sen’den başka beni sorgulayan da yoktu. Orada dilediğim yerde yaşıyor, dilediğimi yiyordum. Sonra beni bu mukaddes dağa attın. Oysaki orada meleklerin seslerini duyuyor, Arş’ının etrafında nasıl tavaf ettiklerini görüyordum. Cennetin güzelliğini, ve kokusunu buluyordum. Derken beni yeryüzüne attın. Şimdi bütün bunlardan yoksun kaldım.[10] “Ya Rabbi bana ne oldu? meleklerin seslerini dahi duyamıyorum, onları hissetmiyorum”[11].

Adem, ve eşi Havva, yaptıklarına pişman olarak, Mekke varoşlarındaki bu dağın eteğinde senelerce ağlayıp Allah’a yalvardılar, bağışlanma dilediler. Allah onları bağışlamadığı takdirde, daha kötü durumlara düşeceklerini de biliyorlardı. Bu hâle gelmelerine neden olan Şeytan’a o kadar çok lânet ediyorlardı ki, sonunda yine suçu kendilerinde bulup, Yüce Yaratıcı’ya yalvarıyor, yalvarıyorlardı.

“Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyân edenlerden oluruz.”[12]

Derken Allah’ın bağışlaması yeryüzüne o denli akmaya başladı ki, Adem ve Havva’nın üzerinde bulundukları dağın her tarafı kutsal ilâhî rahmet kokuyordu...

Rahmet yağıyordu göklerden, bağışlanma bağışlanıyordu Yüce Arş’tan, onun Yüce Sahibi’nden...

Adem ve Havva secdeye kapılmış, affedilmelerinin işareti olan, ve üzerinde bulundukları dağa yağan “Kutsal Rahmet” için hamdediyorlardı Allah’ın yüce lutfuna, bağışlamasına...

O gündür, bu gündür; üzerine “rahmet” yağan bu dağa, “ilâhî rahmet” in sembolü olarak, “Cebelu’r-Rahme”(Rahmet Dağı) denildi ki bugün hâlâ, Kurban Bayramı’nın arefesinde, milyonlarca Müslüman o dağın etrafında “vakfe”ye, “ilâhî huzurda yakarma”ya dururlar ki Rableri rahmete gelsin, ve Adem ile Havva’yı affettiği gibi, onların da günâhlarını affetsin...
--------------------------------------------------------------------------------
[1] K.K. Bakara sûresi, 35.
[2] K.K. Tâ-Hâ suresi, 117-118.
[3] K.K. A’râf sûresi, 19.
[4] K.K. Tâ Hâ sûresi,117.
[5] Bk. K.K. A’râf sûresi, 11.
[6] K.K. Bakara sûresi, 32.
[7] Bk. K.K. Tâ-Hâ, 117-119.
[8] Bk. K.K. Bakara sûresi, 35-36
[9] Bk. K.K. A’râf sûresi, 24.
[10] İbn Sa’d, Tabakât, I, 35-36.
[11] Ezrakî, Ahbâru Mekke, I, 36.
[12] K.K. A’râf sûresi, 22-23.




.


Sayfa başına dön Aşağa gitmek
igra
Genel Yönetici
Genel Yönetici
igra


Mesaj Sayısı : 2881
Yaş : 50
Job/hobbies : madem ölüm tek bir defa gelecek,,,ODA neden ALLAH için olmasın...
Kayıt tarihi : 11/08/07

RAHMET DAĞININ RAHMETİ Empty
MesajKonu: Geri: RAHMET DAĞININ RAHMETİ   RAHMET DAĞININ RAHMETİ Icon_minitimeC.tesi Mayıs 24, 2008 11:55 pm

S.A H.g nasılsınız paylaşımıız için tşk Allah razı olsun inş..
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
https://igra.1forum.biz
 
RAHMET DAĞININ RAHMETİ
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
::..İgRa..:: :: Seçtiklerimiz :: İslam tarihi-
Buraya geçin: